Kübra Öztürk
13 Ocak 2017 Cuma
27 Aralık 2016 Salı
ENERJİ MİMARLIĞI
Enerji mimarlığı yapının kendine yetebilecek kadar enerji kullanması ve kendine yetebilecek kadar enerji üretebilmesi , yapının nefes alması demektir . Her bir varlık kendisine yetecek kadar enerji üretir ve tüketir. Formunu gösteriş değil işlevsel olması belirler. Yani enerji mimarlığını anlatmak istersek bir planlama süreci diyebiliriz . Bu planlama süreci kent tasarımından yapıda seçilen doğru malzemeye kadar geçen sorumluluk dolu süreçtir.
Bir yapı doğru inşa edilmesiyle , doğru bir şekilde yönelmesiyle , doğru tasarımıyla ve doğru malzemeleriyle % 50 enerji tasarrufu sağlamış olur . Ve bu klasik bir inşaat yapımından daha fazla para harcatmaz .
Pasif güneş enerjisini kullanma konusundaki sonuca gelirsek; yenilenebilir enerjilerden olan güneş enerjisinin yapıda kullanımının son derece karmaşık, hatta bazen bilinen yapım ve tasarım kriterlerine ters düştüğü görülmektedir. Ancak özel tasarımlarla teknoloji ile estetiğin bütünleşmesini sağlamak mümkündür. Güneş enerji panellerinin yapılaşmış ya da doğal çevre ile uyumunun sağlanmasında tasarımcıların güneş panellerini gizlemek için renk, doku ve biçimin çevresiyle uyumlu hale getirilmesi , doğal çevrenin ya da yapılaşmış çevrenin taklit edilmesi yada güneş panellerini yapının bir unsuru olarak tasarlanması, panellerinin özel üretimlerle bir heykel gibi tasarlanarak kullanılması gibi estetik ilkelere dayanan çözümler üretmeleri faydalı olacaktır.
Tasarımcıların üretim şirketleri ile iş birliği içinde çalışmasıyla standart çözümlerin de üretilerek maliyetin düşürülmesi, uygulamanın yaygınlaştırılması açısından gerekli görülmektedir. Türkiye'nin güneşlenme yönünden ne kadar zengin olduğu düşünüldüğünde, bu konudaki maliyet ve estetik problemlerin aşılarak güneş enerjisinin kullanımının yaygınlaştırılması gerekmektedir.
PASİF GÜNEŞ ENERJİSİ HAKKINDA
Yapılar insanların barınmasını sağlayan insanları afetlerden koruyan sığınaklardır.Ve bu görevlerini yerine getirmek için dizayn edilirler. Bu yapılarda ısıtma , soğutma , aydınlatma gibi kullanılan klasik enerji kaynaklarına alternatif olarak yeni ve temiz enerji kaynağı olan güneş enerjisinin kullanılması pasif güneş enerjili sistemdir. pasif güneş enerjisi sistemi binayı toplayıcı olarak kullanan ve herhangi bir ekipmana ihtiyaç duymadan ısıyı depolayıp muhafaza edebilen bir mekanizmadır. Bu işlemleri yerine getirirken yazın minimum derecede ısı kazancı kışın maksimum derecede ısı kazancı sağlamaktadır. Bunun için güneye yönlendirilen geniş cam alanları , sistemin performansını arttırıcı malzemelerden meydana gelen ısıl kütlelerden ve enerji korunumlu binalardan yararlanırlar.pasif güneş sistemleri iki başlık altında incelemek mümkündür. pasif güneş enerjisi ile ısıtma sistemi ile doğal soğutma sistemi olarak.
Pasif güneş sistemin avantajlarını sıralayacak olursak ;
*çalışma prensipleri basit ve bakımları basittir
*sistem maliyetleri eğer depolayıcı elemanı destekleyen zemin bulunuyorsa aktif sistemlerden daha düşüktür.
*sistem faydalı sistem devre dışı kalsa bile çalışmaya devam eder.
*pasif dizaynlar çoğu zaman estetik dizaynlara göre daha çok tercih edilir .
Pasif enerji sistemlerinin dezavantajı da vardır . Bu güneş ışığının depolanacağın alanın yapının mimarisi ile bütünleşmemesidir. Bundan dolayı yapının diğer bölümleri ile bütünleşir.
Pasif güneş enerjisi ile ısıtma sistemi güneye yönlendirilmiş camların içinde depolanan enerji , binadaki ve özel alandaki elemanlarda depolama , mekanik elemanlardan en az derecede faydalanılarak radyasyon , kondüksüyon , konveksiyon gibi doğal yollar ile enerjinin dağılımı , yüksek ve düşük sıcaklıktaki enerji akımının doğal yollar ile kontrolüdür .
Pasif sistem tiplerini sıralayacak olursak ;
*Direk kazanç sistemi
*İndirek kazanç sistemi
* Isı depolayıcı duvarlar
*Çatı havuzları
*Entegre sera sistemleri
*Ayrılmış kazanç sistemleri
Direkt kazanç sistemi ;
Güneş enerjisini kullanmanın en basit ve kolay yoludur . Güneye yönlendirilmiş cam panallere vuran güneş ışığı camın fiziksel özelliğinden faydalanılarak hacime kısa dalga boyu ışınları geçmesi prensibine dayanır. Gündüz çatıda , döşemelerde depolanan enerji gece ihtiyacın ortaya çıkması halinde konveksiyonel olarak dağılıyor . Yazın ısınmaya ihtiyaç duyulmadığı zamanlarda gölge araçları kullanılarak ısı kazançları minimuma indirilmeye çalışılır. Bu yapı aynı zamanda gün ışığının eşyalara zarar vermesini de önler . Dünya üzerinde pek çok örneği vardır fakat en çok dikkat çeken örnek İngiltere'de bulunan mimar Emisle A.Morgan tarafından dizayn edilen St. Georges okuludur . Yapının % 50 si güneş enerjisi ile çalışmaktadır.
İndirekt kazanç sistemleri ;
Bu kazanç sistemlerinde güneş enerjisi yapının dışında bir alanda depolanmaktadır. Doğal taşınım yollarıyla yaşam alanına iletilir. Bu sistemler yapıya herhangi bir değişiklik yükümlülük katmadan dizayn edilmelidir. Üç ana başlık altında inceleyebiliriz.
*Isı depolayıcı duvarlar
*Çatı havuzları
*Entegre sera sistemleri
*Ayrılmış kazanç sistemleri
Isı depolayıcı duvarlar ;
Bu duvarlar yapının güneyine yerleştirilmekle birlikte önünde bir miktar hava boşluğu bırakılacak şekilde tek cam veya çift cam ile kaplanmıştır. Isı depolayıcı duvarlar mimarinin izin vereceği düzeyde beton ,tuğla ,taş kerpiç gibi malzemeler dışında su tankları da kullanılmaktadır güneş ışığını daha fazla absorbe etmek amacı ile koyu renge boyanmıştır.Camdan geçen duvarla cam arasında kalan ısı için yaşam alanına iletebilmek için masif duvarın alt ve üst kısımlarına transfer kanalları açılır. Kazanılan bu ısı depolayıcı duvarlardan yaşam yerine aktarılır , yaşam alanındaki soğuyan ısı cam ve masif duvarına yönlendirilir. Bu yapıya verilebilecek en iyi örneklerden biri Fransa'da mimar Jacques Michel ve Felix Trombe tarafından 1976 da yapılan Michel - Trombe evidir .
Çatı havuzları ;
Dam havuz sistemi olarakta ifade edilir. Evin çatısındaki havuzun veya plastik torbalarının doğrudan depoladığı enerji geceleri binaya enerji kaynağı olmuştur. Bu yapının üstüne kepenklerde konulmuştur böylece kepenkler gündüz açılıp ısı depolanırken gece kepenkler kapatılarak ısının dışarı kaçması engellenilir.
Entegre sera sistemleri ;
Bu sistem direkt ve indirekt sistemin kombinasyonu olarak düşünülebilir. Sera kitle duvarı il yapıdan ayrılması için güneye inşaa edilir. Temelde güneş ısını sera içinde depolanarak ısıya dönüşür . Buradaki ısının bir kısmı veya tamamı yapının diğer hacimlerine ya da dışarı gönderilir. Sistem ısıtılması düşünülen hacimle doğru orantılı yerleşir. Başka hacimle olacak olan ısı transferi de entegre sera sistemi ile ısıtılacak yapı arasında küçük transfer kanalları aracılığıyla gerçekleşir.Entegre sistemler monte edilebilirler. Fakat yapılmamış bir binaya monte edilmek istenirse hesaplanmadığı için problem çıkabilir .
Ayrılmış kazanç sistemleri ;
Bu sistemde güneş enerjisini depolayan bölüm yaşam yerinden ayrı olarak ısı kaybını en az düzeyde tutacak şekilde izole edilerek imal edilmiştir. Isınan akışkan havanın kendiliğinden yer değiştirmesi tekniğini kullanmıştır. Bu teknik güneye eğimli araziye uygulanır .Toplayıcı yüzey ile ısıl depo binanın altına gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Toplayıcıda ısınan hava yükselip depoya gidiyor oradan binaya geçiyor binada soğuyan havada tekrardan toplayıcıya dönüyor .
YEŞİL MİMARİ
İnsanlar daha sağlıklı daha yaşanabilir çevreler yaratmak hem fiziksel hem ruhsal ihtiyaçları için doğa ile bütünleşip çevre ile iç içe olmak istemişlerdir. Tarihte yeşil kavramı süreklideğişmiştir.Antik mısırda doğa ve bahçeler kutsanmıştır. Öldükten sonra ki yaşama inana mısırlılar mezarlarına sevdikleri eşyaları koymanın yanı sıra mezar duvarlarına bahçe resimleri yaparak mutlu yaşantılarının ölümden sonraki süreçte de sürmesini istemiştir.
Bu dönemde ormanlar kutsal sayılıp savaşlarda düşmanların ormanları yakılmıştır.Dönemin en önemli buluşu asma bahçelerde bir yapının doğaya benzetilmesi ile oluşmuş , doğanın ve yeşilin değerini yükselten yapılar oluşmuştur. Antik yunan kültüründe evlerde saksı olarak yaşantıya girmiş ve dinsel törenlerde de kullanılmıştır. Türk uygarlıklarında yeşil çok önemlidir. Türkler de biri ölünce onun anısını yaşatması önemli bir örnektir.Türk şehirlerinde en yeşil alanların mezarlıklar olması bunu kanıtlar niteliktedir.
Endüstri devrimi ile başlayan hızlı kentleşme beraberinde bir çok sorun getirmiştir. Yoğun,sağlıksız olan altyapılaşma çevre kirliliğine ve bunların canlılara verdiği zarar oluşmuştur. 19.yy da bu sorunlar çözülmek istenmiştir. Frederick law olmsted Amerika'da gelişen yeşil park projesi ile bunun öncüsü olmuştur. New york Central park'ı kapsayan bir çok park yapmıştır. Olmsted 'e öre park kent yaşamının gerçeklerini barındırmalı.
Bahçe şehir kavramının öncüsü Ebenezer Howard canlılar için en uygun çevrenin doğa ile ilşkili yollar bahçeler ve parklar olduğunu idda etmişir. Üç mıknatıs teorisi ise bunları formüllemiştir. Birinci mıknatıs alan kentsel alandır. Bu alan doğanın nimetlerinden yoksun yüksek gelirli eğlenceli bir yaşamı sağlayacak olan bir yer olarak belirlenmiş . İkinci mıknatıs kırsal alandır doğanın saflığına ve güzelliğine rağmen düşük bütçe işsizliğin bulunduğu bir yerdir. Üçüncü mıknatıs alan ise bahçe şehirdir kentsel ve kırsal birleşerek ortaya kaliteli bir şehir çıkmıştır.
20. yy da Le Corbosier ideal şehir kavramı üzerine çalışmalar yapmıştır. Zeminde bina kolonlarını yükselterek yeşilde sürekliliği vurgulamıştır.
21.yy da doğal denge bozulmuş yeşil alan kullanabilirliğini ve sürekliliği azalmıştır. Çevrebilimci Rene'ye göre insanlar buna adaptasyon sağlayabilirmiş fakat bir süre sonra bu adaptasyon kalıcı bir yıkıma sebep olacaktır. Mumfordun düşünceside bu tezi desteklemektedir. "Eğer bir çevre insanların ve diğer canlıların yaşam fonksiyonlarını, sağlık ve biyolojik ihtiyaçlarını karşılaya- biliyorsa, o zaman bir yaşam yeri olabilir" (Mumfrod . L. 1968 )
Fiziksel çevre sorunları biyolojik sağlığımız yanında psikolojik sağlığımızı da etkilemektedir. Kentsel değerlerin zayıflaması sosyokültürel değerlerimizi de zayıflatır. Makro ölçekte yapılan mimari alan çalışmalarını mikro ölçeğe indirerek ekolojik mimari kavramını kullanmak gerekir. 21 . yüzyılın mimarisinin temel sorumlulukları enerji tasarrufu yapabilmek , çevreyi kirletmemek ve "yeşil " ile direkt ilişki kurabilmek olmalıdır . Bitkiler yardımıyla ısı dengesi sağlanabilir , rüzgar kontrol edilebilir ve hava kirliliği azaltılabilir . En temel biyolojik bilgilerimiz , karbondioksit gazını özümleyen bitkilerin ihtiyacımız olan oksijen ürettikleridir . Bu düşünceler "YEŞİL MİMARİ " yaklaşımını destekleyen kavramları oluşturmaktadır . "YEŞİL MİMARİ " yaklaşımının ana hedefi "Yeşil " in mimariye entegre edilerek , adeta binayı oluşturan bileşenlerden biri olarak kabul edilmesi : makina veya elektrik tesisatı gibi kurgunun vazgeçilemez bir parçası olmasıdır.Mimar Oswald mathias ungers 'in projesi bu yaklaşım için iyi bir örnektir. Bu projede çeşitli mekanlar katman olarak iç içe düzenlenmiştir , iç kısımda masif , korunaklı bir yaşama bölümü , sonraki kısımda ise yaşam mekanının bir parçası cam bir kabuğun örttüğü kış bahçesi vardır . Bu katmanı ise tüm yapıyı kaplayan ve yazın bitkilerin sarılabileceği ahşap bir strüktür sarmaktadır . En dış katman ; doğal açık mekan yani bahçe ise ağaçlar ve duvarı bitkilerle çevrilidir . Bu katmanlar iklim şartlarına adaptasyonu , enerji tasarrufunu ve doğal bir ortam oluşturmayı sağlayacaktır . Yaşama mekanı yazın sıcaktan , kışın soğuktan korunacaktır . YEŞİL MİMARİ kavramını en güçlü ortaya koyan , öncülük yapan bir tasarım grubu da SİTE 'dir . SİTE ; insanlığın yaşam yeri "Dünya " yı kurtarmayı amaçlayan çevreci yaklaşımı desteklemekte , projelerinde önemli mesajlar vermektedir . Grubun yöneticisi mimar James Wines ; Çevreci politikaların mesajlarıyla yeni bir çağı başlatıp , fiziksel çevreyi şekillendireceğini ve duyarlı her mimarın bundan köklüce etkilenmesi gerektiğini düşünmektedir . Grubun 1980'lerde yaptığı projeler bu yaklaşımın ilk uygulamalarıdır . Sevilla EXPO 92 ' nin alt teması küresel ekolojidir . Amaç , 21 . yüzyılın en önemli yeryüzü problemlerine duyarlılığı özendirmek , doğal çevrenin korunması ve kaynakların akıllıca değerlendirilmesini sağlamak için bir çalışma başlatmaktır . EXPO'da çevresel sorumluluk düşüncelerini yansıtan bir Dünya Ekoloji Pavyonu d a önerilmiştir . Bu pavyonda katılan her ülkenin araz i yapısını , bitki örtüsünü , su kaynaklarını tesis edebileceği bölümler ayrılmıştır . SİTE , EXPO 92 için yaptığı pek çok projeyle fuarı adeta "YEŞİL MİMARİ " sergisine dönüştürmüştür . Grubun ürünleri çevre sorunlarının bilincinde çevreye , doğaya ve tüm canlılara saygılı yapıtlar olmuştur .Mimar Adolfo natalinin çalışmaları da çevreye olan duyarlılığını eleştirisel bir bakışla anlatmıştır.Yeşille fonksiyonel bir amaç sağlamak kanısında değildir. Kentsel yeşil alanların azlığı konusundaki olumsuz görüşlerini bina cephelerinde cansız ağaçlarla sembolik anlatımda göstermiştir.
Oswald mathias ungerasın 'da benzer bir düşüncesi vard Yatay düzlemde (zeminde) yapılabilecek peyzaj çalışmalarını bina cephelerinde denemiştir. Bu aslında insanların "yeşili yoğun yaşaması için binaya entegre etme çabasıdır. Ungers bina yüzey elemanları içinde tipolojik çalışmalar yapmıştır. (Balkonlar,nişlervb.)Mario Botta'nın Lugano Sanat Galerisi için yaptığı projede ana tema hem doğa hem çevreyle uyum sağlamak hemde yeşilin tüm fonksiyonel faydalarını kazanmaktır. Babil'in asma bahçeleri böyle bir yaklaşım için tarihten alınabilecek önemli birer referanstır ve Botta bunu kullanmıştır. Landscape Architecture dergisinin organize ettiği "21.Yüzyılın Peyzajı" yarışması için mimar Roger Ferri Bahçe Kule adını verdiği bir proje önermiştir.Ferri yüksek bir ofis binasında çalışan insanın manzarasının çoğunlukla beton, çelik, cam, asfalt gibi yapay malzemeler olduğunu ve böyle bir yaşam kalitesinin yeniden değerlendirmeye ihtiyacı olduğunu vurgulayarak ihtiyaç programına "yeşiliden entegre eden çok katlı bir ofis binası ve her ofis katından ulaşılabilen düşey bir kent sel bahçe öneriyor. Jüri üyelerinden James Vines bu projeyi; tahrip edilmiş, eritilmiş doğanın mimariyi yeni bir şekil almaya zorlaması olarak yorumluyor. Kendininde yıllardır bu düşünceyi paylaştığını ve kendi deyimiyle "doğanın intikamı" olarak ifade ediyor. Evrensel bir yaklaşım olan "yeşil mimari"nin Türkiye'de de bazı örneklerini görmek mümkündür. Expo 92 Türkiye Pavyonuda benzer bir yaklaşımın ürünüdür.
EKOLOJİK PLANLAMA
Planlamada doğal çevre ve doğal mekanlar korumacı bir yaklaşımla ele alınmadığından bozulmakta ve yok olmaktadır. Hızla artan nüfus , gelişmekte olan teknoloji ve sanayi ile birlikte insanoğlunun ekosistemler üzerindeki baskısı artmakta ve doğal çevrenin giderek yok olmasına ve yenileme gücünü kaybetmesine neden olmaktadır. Buna karşılık olarak, 1970’li yıllardan itibaren çevre sorunlarına karşı artan duyarlılık, pek çok alanda yeni yaklaşımlar ve teknik önlemlerin geliştirilmesini sağlamıştır. Planlama alanında ise doğal çevrenin bugünkü ve gelecek nesiller için en yararlı biçimde değerlendirilmesi, ona bağlı kaynakların korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasını amaçlayan yaklaşım olarak ekolojik planlama yaygın bir kullanım bulmuştur.
Ekoloji kavramı , canlılar ile çevrelerindeki dünya arasındaki karşılıklı ilişkileri belirtmekte, yaşama ortamını oluşturan ortam faktörleri ile ortamın özelliklerini ve karşılıklı ilişkileri incelemektedir. Doğal kaynaklar planlama alanının ekolojik açıdan değerlendirilmesi için gerekli temel verilerdir. Doğal kaynakların tespiti, ekolojik analiz planlamanın temelini oluşturmaktadır. Alanın ekolojik karakterini ortaya koyan doğal faktörler; yeryüzü şekli, iklim, anakaya/toprak, su ve canlılardır.
Planlama sürecinde doğanın korunması,geliştirilmesi ve geleceğe taşınması için en etkili araç ekolojik planlamadır. Planlama sürecinin aşamaları şöyle özetlenebilir: (Suher, 1985): Sorunun tanımlanması, veriler ve değerlerin sistemsel analizi, amaçlar, hedefler, veriler, değerler ve kriterler için kriterlerin belirlenmesi, seçeneklerin ortaya konulması, ortaya konulan seçenekler arasından seçimin yapılması, uygulama ve geri dönüşle kontrol.
Ekolojik planlama fiziksel planlamanın temel bölümlerinden biri olan genel anlamda ekolojik hedeflere yönelik fiziksel yani mekan düzenlemeye ilişkin planlamalardır.Ekolojik planlama ile fiziksel planlamayı karşılaştıracak olursak; Fiziksel planlama yaklaşımından ekolojik planlama yaklaşımına geçiş “İnsan için doğayı kullanma” yaklaşımından doğa ile birlikte nasıl yaşarız’a geçiştir.Doğal kaynakların bilinçsiz kullanımları nedeniyle tükenmeleri tür ve biyoceşitliliğin azalması ve yaşam ortamlarının yok olması, kirliliğin artması gibi sorunlara cözüm olarak doğanın korunmasına ve sürdürülebilir kullanımına yönelik ekolojik planlama yöntemi ve teknikleri geliştirilmiştir.
Ekolojik planlama, Birleşmiş Milletler’de, 19. yüzyılın ortalarında Peyzaj Mimarisi’nin bir bölümü olarak gelişmeye başlamıştır. Peyzaj Planlama, peyzaj mekanlarının ekolojik-biyolojik ceşitliliğinin yanısıra strüktürel ve görsel çeşitliliğinin de optimum düzeyde gelişimini ve güvenliğini sağlamaktadır. Uygulamaların birbirine yapacağı zararları en az düzeyde tutarak, ekolojik strüktürel ve görsel açıdan optimum bir arazi deseni yaratmakta ve güvence altına almaktadır.
19. yüzyıl ortalarından 20. yüzyıl başlarına kadar geçen süre içinde ekolojik planlama ile ilgili ilk temel kavramlar ortaya cıkmıştır. Ekolojik planlama açısından ilk örneklerden sayılan Yosemite Vadisi projesi, 1864 yılında Olmsted tarafından geliştirilmiştir. Bu proje, günümüzde ekolojik planlama açısından hala en göze çarpan örneklerden birisidir. Ekolojik planlamanın en temel amacı; ekolojik, mekansal, ekonomik, sosyal ve kültürel sürdürülebilirliğin sağlanmasıdır. En genel anlamda ekolojik planlama, yenilenebilen sistemler olan tarım toprakları, su kaynakları ve ormanların korunmasını , doğal kaynakların kullanılırken verimlilik ve yararlılığının geliştirilmesini, çevreye verilen zararlı atıkların azaltılmasını, atıkların yeniden kullanılmasını, kentsel planlamada makroformun verimlilik ve yararlılık eşikleri içinde oluşturulmasına yönelmesini amaçlamaktadır.
Ekolojik planlamada ki temel hedeflerden bahsetmek gerekirse; Doğal ve yeşil alanların yoğunluğunun artırılması,temiz enerji kullanımı, çevre dostu teknolojinin kullanımı, ekolojik tabanlı kentsel, mekansal ve mimari yapıların planlama ve tasarımı, ekolojik ve çevre koruma konusunda bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri, ekolojik ulaşım çözümleri, denetleme ve izleme, tasarrufun yaygınlaştırılması, çevre dostu ve uyumlu malzemelerin kullanımı vb. ekolojik önlemleri içermektedir.
Ekolojik planlama bütüncül ve uzun vadeli çözümler üretmeyi amaçlayan bir planlama yaklaşımıdır.Gelecekte de ancak sürdürülebilir, yeşil alan dengesi kurulmuş , ulaşım alt yapısı oluşturulmuş, enerji verimliliği sağlanmış, karbon emisyonu dengelenmiş, ekolojik mimari tasarımı yapılmış , ekonomik ve sosyal açılardan dengeli ve sağlıklı şehirlerde yaşamak mümkün olabilecektir.Şehirlerin ruhunun ve kültürünün korunarak , enerji verimliliği ve tasarrufuyla , çevre bilincinin en üst düzeyde yerleşmesi amacıyla gerekli projelerin oluşturulabilmesi için bir arada çalışılması büyük önem taşımaktadır.
MARİA PAPANİKOLAOU PRİSON PROJESİ
Maria Papanikolaou Atina merkezli bir heykeltraş - sanatçıdır . Maria Papanikolaou Vital Space takımının son üyesidir. Vital Space çağımızın en acil sorunları hakkında daha derin bir farkındalık yaratmak ve sanata ulaşmak ve dünya çapında daha geniş bir kitleye etkilemek için sanatın nasıl kullanılabileceğini hedeflemektedir. Kısacası Vital Space dünyayı değiştirmek için sanatın gücü inancı üzerine kuruludur. Maria Papanikolaou 'da üyesi olduğu bu takımın felsefesini eserlerine yansıtmıştır .
Ulusal & Kapodistrian Üniversitesinde 2000 - 2005 yılları arasında Hukuk okumuştur. 2008 yılında Edebiyat Fakültesi lisans edinme programını tamamlamıştır . Kraliyet Sanat Akademisi'nde Güzel Sanatlar okumak için 2004 yılında Hollanda'ya gitmiştir. Güzel sanatlar mastırını Yunanistan'da Güzel Sanatlar Üstün Okulunda 2009 - 2011 yılları arasında tamamlamıştır.
Yunanistan ve Hollanda'da çeşitli sergilerde yer almıştır. Çalışmalarında genel olarak hapishane ve kaçış temasını kullanmıştır.
Maria Papanikolaou ' nun etkilendiğim projesi ise Prisondur.Sanatçı bu projeyi 2008 yılında yapmıştır.Proje tek bir hapishane hücresi görsel eserin kopyasına dayalı performans sanatı ve video enstalasyonudur. Sanatçı burada üç boyutlu hapishane hücresi inşa ediyor.Bu hapishane hücresi boyutları 2,5m x 2,5m x 3m dir. Sanatçı yeniden bu imajı arkadaki projeksiyonu kullanarak yansıtmıştır. Her iki hücrede birbirleriyle etkileşim halindedirler. Performansın sonunda her ikiside hücrelerinden çıkabilmiştir. Performans gösterisinin sonunda her iki hücreninde boş olduğu görüntüler gösterilmiştir.Gerçek olan ve sanal olan iki hücreyi yanyana koyarak sanatçının yorumlamaya çalıştığı , farklılıklar , ve benzerlikler arasında sınır olmakla birlikte sanatçı bunu iki şıkta açıklamış ;
a ) hapsedilme duygusu bir kişi için yaşamının olmadığını , esir tutulduğunu ve çaresiz olduğunu hissetmek ve
b) zorunlu hapis kuralı.
Proje süreci 21 dakikadan oluşmaktadır . Projede kullanılan malzemeler ise ahşap , metal ve
kumaştır. Benim bu projede etkilendiğim nokta , projedeki demir parmaklıkların kişinin üstünde oluşturduğu psikolojik baskı ve kendini çaresiz hissedip ne yapacağını bilememe durumudur. Projede de görüldüğü gibi kişinin esir bulunduğu hapishane kapısı kilitli olmamasına
rağmen o an ki bunalım ve parmaklıkların üstünde oluşturduğu baskıdan dolayı hapsedilen
kişi bunu oldukça geç farkediyor. Kendi projemde de amaçlarımdan birisi Prison projesinden ilham alarak kullandığım oldukça büyük parmaklıklar ve genel olarak bilinen hapishane
temalı kıyafetlerde ki siyah beyaz şeritleri parmaklıkların üstünde kullanarak insanların geçebilecekleri bu geniş geçitten geçerlerken gösterebilecekleri tepkiler , ruh halleri ve
psikolojik olarak ne hissettiklerini analiz edebilmektir.
a ) hapsedilme duygusu bir kişi için yaşamının olmadığını , esir tutulduğunu ve çaresiz olduğunu hissetmek ve
b) zorunlu hapis kuralı.
Proje süreci 21 dakikadan oluşmaktadır . Projede kullanılan malzemeler ise ahşap , metal ve
kumaştır. Benim bu projede etkilendiğim nokta , projedeki demir parmaklıkların kişinin üstünde oluşturduğu psikolojik baskı ve kendini çaresiz hissedip ne yapacağını bilememe durumudur. Projede de görüldüğü gibi kişinin esir bulunduğu hapishane kapısı kilitli olmamasına
rağmen o an ki bunalım ve parmaklıkların üstünde oluşturduğu baskıdan dolayı hapsedilen
kişi bunu oldukça geç farkediyor. Kendi projemde de amaçlarımdan birisi Prison projesinden ilham alarak kullandığım oldukça büyük parmaklıklar ve genel olarak bilinen hapishane
temalı kıyafetlerde ki siyah beyaz şeritleri parmaklıkların üstünde kullanarak insanların geçebilecekleri bu geniş geçitten geçerlerken gösterebilecekleri tepkiler , ruh halleri ve
psikolojik olarak ne hissettiklerini analiz edebilmektir.
KRİSTAL SARAY
Kristal Saray, (The Crystal Palace) 1851'de Londra'da düzenlenen 1. Dünya Sergisi'ni barındıran demir ve cam konstrüksiyon büyük sergi salonudur. 1849'da İngiltere kraliçesi Victoria'nın kocası Prens Albert, bütün uygar ülkelerin katılacağı uluslararası bir sergi düzenleme düşüncesini ortaya attı.Tasarıyı gerçekleştirmek üzere planlar hazırlandı, öncülüğünü Kraliçe Victoria'nın yaptığı bağışlarla parasal destek sağlandı. Sergi 1 Mayıs 1851'de Kristal Saray'da açıldı.Bir bahçıvan ve çevre düzenleyicisi olan Joseph Paxton'ın tasarladığı Kristal Saray çiçek seraları örnek alınarak yapılmıştı.Planı dikdörtgen biçimindeydi ve kütlesi, ortadaki en yükseği olmak üzere, uzunlamasına beş kademeden oluşuyordu. Tam ortasında daha yüksek ve üzeri beşik tonozlu bir bölüm yapıyı dikine kesen bir tür transpet gibi yerleştirilmişti, ama uçları dikdörtgenin dışına taşmıyordu. Yapı prefabrikasyon yönetimiyle hazırlanmış bir dizi demir taşıyıcı ile bunların arasına yerleştirilen cam levhalardan oluşuyordu.Dönemin teknolojik olanakları nedeniyle bu cam levhaların uzunluğu ancak 1.25 m'ydi. Yapının uzunluğu 564 m, genişliği 139 m, yüksekliği de 20 m'ydi. Asma katlarıyla birlikte 74, 400 m²'ye yakın bir sergi alanını içeriyordu.Zamanı için gerçekten ürkütücü sayılabilecek bu ölçülerine karşın yapı 6 ay gibi kısa bir sürede ve düşük maliyetle tamamlanmıştı. Bunun nedeni yapımda prefabrikasyonun uygulanması, yani bütün parçaların önceden hazırlanıp inşaat yerinde yerlerine uygulanmasıydı. Başarısıyla yaratıcısına Sir unvanını kazandıran Kristal Saray 1854'te sökülüp Syndenham'e götürülerek başka bir düzende yeniden kuruldu. 1866'da geçirdiği bir yangından zarar gördü ve onarıldı.1936'daki bir yangında ise tümüyle yandı; ayakta kalan kuleleri de II. Dünya Savaşı'nda İngiltere'ye saldıran Alman uçaklarına hedef oluşturduğu gerekçesiyle 1941'de söküldü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)